Doğaya, Doğala Yolculuk Hikayesi
Doğala ve doğaya ulaşmak özelikle organik ‘doğaya dost’ üretim ve yaşam adına bir çok bilgi paylaşım sitemize hoş geldiniz.
Doğa ile Kalın, Sağlıklı Kalın…
İlk çağlardan beri gökyüzüyle ilgilenen insanoğlu, gezegen ve yıldızları ve bunların döngülerini gözlemlemektedir. Gözlemlerin başında gelen Güneş’in ve Ay’ın gökyüzündeki düzeni ve döngüsü günler, haftalar, aylar, mevsimler ve hatta gece ve gündüz ile ilişkisi keşfedilmiştir.
Bu keşiflerin sonucunda zamanı hesaplama yöntemleri kusursuz bir takvim bilgisi gerektiren tarımsal faaliyetlerinin başlamasıyla ve özellikle tarım toplumuna geçişimiz ile gelişmeye başlamıştır. Nil nehri civarında gelişen Mısır medeniyetinin geliştirdiği takvimler, tarımsal faaliyetler doğrultusunda geliştirilen takvimlere gösterilebilecek en iyi örneklerden biridir. Çünkü; Mısırlılar tarımdan mümkün olan en yüksek verimi alabilmek için mükemmel bir takvim geliştirmişlerdir. Hatta, bugün kullandığımız takvimin prototipi olan bir tarım takvimi kullanmışlardır.
Diğer bir keşif ise, tarımın gelişmesiyle gökyüzü olayları ve döngüleri ile zirai faaliyetler arasındaki ilişkidir. Yine Mısır’da rahip-astronomlar, Nil nehrinin senelik taşmalarından yola çıkarak, Sirius’un (Akyıldız, ”seneyi başlatan”) şafak sökmeden hemen önce görünmesi ile bağlantı kurarak resmi takvimi bu bağlantı üzerine kurmuşlardır. Mısırlıların kullandığı bu ilk takvim toplam 365 günden ve her biri 30 gün çeken 12 aydan meydana geliyordu ve her biri dört aydan oluşan üç mevsim vardı.
Bu mevsimler;
şeklinde adlandırılmıştır.
Takvim bilgisinin yanında, İlk Çağ uygarlıklarının astronomi bilgilerine baktığımızda çoğunun astrolojik/astrolatrik unsurlarla dolu olduğunu görmekteyiz. Bir başka ifadeyle bu uygarlıkların dini-mitolojik unsurlarla donatılmış bir evren tasavvurları vardı: Gök cisimleri ya tanrılaştırılmış veya tanrıların makamı olarak ya da tanrıların yarattığı varlıklar olarak kabul edilmişlerdi. Gök hadiseleri ise tanrılar tarafından gerçekleştirilmekteydi.
İlk Çağ medeniyetlerinin tanrılarının da tarımla ilişkisi, inançlarının içinde yaşadıkları şartların sonucunda geliştiğini görmekteyiz. Örneğin; Sümer hava tanrısı Enlil, en büyük gök tanrılarından biriydi. Enlil; topraktan tohum çıkaran, bitki ve ağaçları büyüten, ülkeye bolluk ve bereket getiren, tarım aletlerinin ilk örnekleri olan kazma ve sabana ilk biçimini veren tanrıdır. Yine Sümer mitolojisinde Gök tanrısı An’ın kızı olan İnanna aşk tanrıçasıdır ve Yunan mitolojisindeki Venüs’ü temsil eder. İnanna aynı zamanda bereket ve çoğalmanın sembolüdür.
Mitolojiye göre; İnanna, çoban tanrısı Dumuzi “Temmuz” ile evlenir. Dumuzi her yılın en sıcak günlerinde ölür; ilkbaharda ise Dumuzi’nin tekrar dirilmesi ile birlikte bitkiler yeniden yeşerir ve ülkeye bereket gelir. İlk Çağ medeniyetleri animistik görüşe sahiptir. Animistik görüş, gök ile yeryüzü arasında bir ilişki olduğuna inanan ve kâinatı canlı bir varlık olarak kabul eder. Bu görüş çerçevesinde, diğer pek çok konuda olduğu gibi tüm tarımsal faaliyetlerin de; yani, bitkilerin ekilmesi, gelişimi ve hasatından başlayarak elde edilecek ürünün verimi, kalitesi ve saklanmasına kadar gök cisimlerinden etkilendiğine inanılmıştır.
Ay’ın su ve bitkilerle olan ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, gök ile yer arasında bulunan ilişki ve yeryüzü gerçekleri anlaşılmaktadır. Su, canlıların büyümesini sağladığı için çoğalmayı temsil eden Ay’ın etkisi altındadır. Bitkiler ayın döngüleriyle bağlantılı olarak, su sayesinde büyür ve gelişir.
Bu inanışın örneklerinden biri de Hesiodos’un (MÖ. 8. yy.) İşler ve Günler adlı manzum eserinde zirai faaliyetler için uygun zamanları gökyüzü cisimleriyle ilişkilendirerek açıklamasında görülmektedir.
Ekini biç görünce gökte
Pleiad yıldızlarını, Atlas’ın kızlarını
Görünmez oldukları zaman da
Ek toprağını
Önceki Gönderi
Sonraki mesaj